Ölümsüzlük Mantarı: Reishi - Türkiye'de Üretiyoruz.
Kırmızı Reishi Mantarı Bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlığınızı korumaya yardımcı olur, içeriğindeki aktif maddelerle birçok hastalığın tedavisinde destekleyici olarak kullanılır.
Siz Neden Kullanmalısınız? Doktorlar ne Tavsiye Ediyor? Kırmızı Reishi
Ganoderma lucidum, Ling Zhi olarak da bilinen Reishi mantarı geleneksel Çin ve Japon tıbbında ilaç olarak kullanıldığı bilinen en eski mantar türüdür ve 2000 yılı aşkın süredir kullanılmaktadır. Reishi mantarı, birçok rahatsızlığa karşı etkinliği ve bağışıklık sistemini güçlendirici mucizevi etkisi nedeni ile uzun ve sağlıklı yaşamın şartı olarak kabul görmüş ve 'Ölümsüzlük Mantarı' olarak adlandırılarak Uzakdoğu'da asırlar boyunca sadece imtiyazlı grubu oluşturan hanedanlar ve çocukları tarafından tüketilebilmiştir.

Son yıllarda yapılan birçok bilimsel ve tıbbi araştırma sonucunda;

antioksidanlarca zengin olduğu,
bağışıklık sistemini destekleyip güçlendirdiği,
hücreleri yenilediği, kan dolaşımını harekete geçirdiği,
vücuttaki toksinlerin atılmasında,
vücut fonksiyonlarını düzenlemede yardımcı olduğu
kanıtlanmıştır.



Özet olarak;

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Soner Dileklen diyor ki;
"Uzakdoğu'nun yanısıra artık Avrupa ve Amerika'nın önemli üniversitelerinde yapılan araştırmalarda çok olumlu sonuçlar alındı. Reishi mantarı birçok kanser tedavilerinde kullanılmaya başlanmış."

"Kırmızı Reishi Mantarının en büyük özelliği Bağışıklı Sistemi üzerinde ciddi katkılar yapması, bağışıklık sistemini güçlendirmesi."

"Kanserden tutun, gribal hastalıklar, karaciğer hastalıkları, şeker hastalığı gibi birçok hastalığın temelinde bağışıklık sistemindeki bozuklukluklar yatıyor. Bilimin ileride amacı da bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklarla mücadele etmektir."

"Bu mantar Türkiye'de yeni üretime başlandı, daha önce Çin'den Japonya'dan tablet şeklinde kimyasal maddeler içererek geliyordu. Bugün artık reishi mantarı İstanbul - Türkiye'de doğadaki şartlarına uygun olarak bilimsel yöntemlerle üretiliyor."

"Reishi mantarı haplar yerine doğal mantarın kendisini kaytarak özütünü çıkartarak kullanmak çok daha mantıklı, çünkü doğal.."

"Kırmızı Reishi mantarıyla ilgili biz de araştırmalara başladık, hastalarımızda da denedik. 15 gün içinde etkileri görülüyor ve 2 ay içinde de kişiler kendileri çok daha olumlu ve iyi hissettiklerini bize belirtiyorlar."

"Normal bir tedavi gören bir kişi Reishi mantarını içip de ilaçlarını bırakacak diye birşey yok, bu tedaviler destek tedavileridir ve normal tedavileriyle birlikte kullanılır."

"Yapılan araştırmaları incelediğimizde;

Kemoterapi tedavisi gören hastaları çok sıkıntıya sokan yan etkilerinde %40-50 gibi çok ciddi oranlarda azaldığını gördük.
Şeker hastalarında şeker oranlarının tedavileriyle beraber %30-40 azaldığını görüyoruz.
Karaciğer yetmezliği ve karaciğer hastalarında karaciğer enzimlerinin düştüğünü görüyoruz.
Kan sulandırıcı etkisi kalp hastalarında çok önemli etkiler gösteriyor."
"Tedavileriyle birlikte doktor kontrolünde kullanıldığında sonuçlar çok başarılı."

Dr. Soner Dileklen'in reishi hakkındaki görüşlerini, Mesut Yar'ın sorularına yanıtlarını yukarıdaki videoyu izleyerek görebilirsiniz. Bu konuda yürütülen araştırmalar hakkında bilgi alabilirsiniz.

Biz de KırmızıReishi olarak doktorlarımızla birlikte çalışarak, kırmızı reishi mantarı hakkında yaptıkları tüm araştırma ve çalışmalara elimizden gelen tüm desteğimizi veriyoruz. Amacımız Uzakdoğu'da olduğu kadar Avrupa ve Amerika'da kabul görmeye başlayan bu mantarı bilimsel yollarla Türk halkına tanıtmak ve en doğal haliyle ulaştırmak.




Ölümsüzlük Mantarı: Reishi - Türkiye'de Üretiyoruz.
Kırmızı Reishi Mantarı Bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlığınızı korumaya yardımcı olur, içeriğindeki aktif maddelerle birçok hastalığın tedavisinde destekleyici olarak kullanılır.
Reishi Mantarı ile ilgili her konuda;
Bize Ulaşın

Reishi Mantarı ile ilgili detaylı bilgi almak ve nasıl satın alabileceğinizi öğrenmek için lütfen bizimle irtibata geçin:

ERKEL Bilişim Reklamcılık Gıda
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.


Ücretsiz Destek Hattı

0800 261 6543


İletişim Hattı

0216 3076345


bilgi@kirmizireishi.com


Sorumlu:
Nevzat ERKEL (Kimya Mühendisi) - 0532 6588465
Refiye ERKEL (Kimya Mühendisi) - 0533 6296964



Adres:
Velibaba Mah. Devran Sok. No 16/A Pendik
İstanbul - Türkiye


Danimarkalı bilim adamları kanserle mücadelede önemli bir tedavi yöntemi geliştirdi.
RNA 129 adlı mikromolekülün şırıngayla kanser hücrelerine aktarılması durumunda bu hücrelerin 24 ila 48 saat içinde yok olduğu tespit edildi.
Danimarka’nın ikinci büyük kenti Aarhus’ta bulunan Skejby Üniversite Hastanesi’nde kanser üzerinde araştırma yapan bilim adamları, kanser hücrelerini 48 saat içinde yok edecek yeni bir tedavi yöntemi geliştirdi.

Kopenhag Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapan Aslı Silahtaroğlu adlı Türk kadın profesörle çalışmalar da yapan Skejby Üniversite Hastanesi proföserlerinden Torben Örntoft, özellikle uzun yıllardır bilinen mikro moleküller etrafında bulunan bir mikromolekül tabaka üzerinde araştırma yaptıklarını söyledi. Örntoft, RNA 129 adlı mikromolekülün şırıngayla kanser hücrelerine aktarılması durumunda kanserli hücrelerin 24 ila 48 saat içinde yok olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Milliyet'in haberine göre Danimarkalı bilim adamlarının bu buluşunun özellikle mesane kanseriyle mücadelede etkili olacağı, ekibin kalın bağırsak kanserinde de aynı buluşu yaptığı bildirildi.

Japonya’da denenecek

RNA mikromoleküllerin bulunmasıyla müdahale edilecek moleküllerin belirlendiğine değinen Prof. Örntoft, bundan böyle bilinçli olarak kanser hücrelerinde yapılmak istenen müdahalede etkili olunacağını ifade etti. Prof. Örntoft ayrıca, 10 yıl öncesine kadar söz konusu mikromoleküllerin kanserdeki öneminin bilinmediğini, şimdi ise birçok ülkede bilim adamlarının kanser tedavisinde bunun önemini kavradığını söyledi.

Danimarkalı bilim adamlarının, Amerika ve İngiltere’de yapılan konferanslarda elde ettikleri bu sonucu ortaya koydukları bildirildi. Japonya’da bu konuda önde gelen bir kanser merkeziyle birlikte pratikte RNA 129 mikromolekülün kanserli hücreleri nasıl yok edeceği denemesinin yapılacağı kaydedildi. Danimarkalı bilim adamlarının bu buluşu dün piyasaya çıkan “Molecular Cancer Research” dergisinin kapağında yayımlandı.

Programlı hücre ölümü sağlanıyor

Bilim Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, RNA gen ekspresyonu olarak adlandırılan bu yöntemin 2000 yılında keşfedildiğini ve o günden bugüne pek çok araştırma başlatıldığını belirterek, şunları söyledi: “Onkoloji alanında RNA’yı hedefleyen tedavi yaklaşımları konusunda birtakım laboratuvar yöntemleri, son yıllarda çok araştırılıyor. Hatta bu konuda 2007’de biri İngiliz, diğeri Amerikalı iki araştırmacı Nobel ödülü aldı. Normalden fazla ya da az çalışan mikro RNA’lar var. Bunları kullanarak kanserli hücreyi yok etmek ya da suskun hale getirmek fikri ortaya çıktı. Bugün RNA molekülleri kullanılarak, ki mikro RNA’lar deniyor bunlara, kanserli hücrelerin içindeki birtakım genler kapatılıyor. Yani kanserli hücre ‘apoptosis’ denilen programlı hücre ölümüne sokulabiliyor. Bu RNA bazlı ajanlar laboratuvar aşamasında çalışılıyor. Pek çok çalışma var ancak henüz tedavi amaçlı kullanılmaya başlanmadı. Ama çok önemli adımlar atılıyor. Çok yakın zamanda birtakım genetik tedavilerin onay alması öngörülüyor.” Son 3-4 yıldır öldürücü bir cilt kanseri olan “melanom” için insanlar üzerinde klinik çalışmaların da yapıldığını belirten Prof. Demir, laboratuvar düzeyinde de meme, akciğer, kolon (kalın bağırsak) kanserleri konusunda da umut verici çalışmaların sürdüğünü ekledi.

Daha çok erken

Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ahmet Demirkazık ise çalışmanın Cancer Research dergisinde yayımlanmasının insan üzerinde değil laboratuvar ortamında çalışıldığı anlamına geldiğini belirterek, “Bu aşamada umutlanmak için daha çok erken. Laboratuvar aşamasında çok umut veren çalışmaların çoğu klinik aşamaya geçildiği zaman başarısız oluyor” dedi. Bu hafta dünyanın en büyük kanser kongresi olan Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (ASCO) Kongresi’nin yapılacağını hatırlatan Prof. Dr. Demirkazık, “En önemli bildiriler orada sunulacak. Eğer böyle bir çalışmayla ilgili sunum yapılırsa haberimiz olur. Oradan çıkan sonuçlar bizim için önemlidir” diye konuştu.
Kaynak: SHABER


Çalışanlar endişe içinde

Türkiye'de çalışanların çoğu, kendilerinden istenecek görevler karşısında yetersiz kalacağı endişesi duyuyor.


Türkiye'de çalışanların çoğu, kendilerinden istenecek görevler karşısında yetersiz kalacağı endişesi duyarken, her 10 kişiden 8'i, şu anki becerilerinin 5 yıl içinde geçerliliğini yitireceğine inanıyor.

İnsan Kaynakları Danışmanlık Firması Kelly Services tarafından yapılan “Çalışanların Eğitimi” konulu araştırmada, 34 ülkeden yaklaşık 100 bin kişinin görüşü alındı. Araştırmaya, Türkiye'den de 6 binden fazla kişi katıldı.

Araştırmaya göre Türkiye'de, çalışanların büyük bölümü, iş hayatında eğitimi bir “şart” olarak görüyor. Bunlardan yüzde 74'ü eğitimde ilk tercihin “profesyonel gelişim kursları” olması gerektiğini belirtirken, bunu yüzde 14 ile “iş başında eğitim”, yüzde 9 ile “kendi kendine öğrenme” ve yüzde 3 ile resmi üniversite veya akademik eğitim takip ediyor.

Araştırmaya katılan 30-47 yaş arasındaki kadınlar, en başta, aldıkları eğitimin düzeyi konusunda tedirginlik duyuyor ve yüzde 68'i de bunun becerilerini geliştirmeye ve kariyerlerinde ilerlemeye yeterli olmadığını söylüyor.

18-29 yaş arasındaki genç erkeklerin yüzde 88'i ise 5 yıl içinde iş yerinde oluşacak değişikliklere ayak uydurabilmek için bilgi ve beceri düzeylerinin geliştirilmesi gerektiğine inanıyor.

Çalışan kadınların yüzde 62'si, erkeklerin ise yüzde 63'ü işveren tarafından sağlanan eğitim düzeyini tatmin edici ve yeteneklerini geliştirici bulmuyor.

İNSAN KAYNAKLARI HEDEFE ULAŞMADA YARDIMCI OLMUYOR

Türkiye'de, çalışanların yüzde 70'i ise insan kaynakları departmanının hedeflere ulaşmada yardımcı olmadığını belirtirken, bu rakamla Türkiye, bu alanda araştırmaya katılan 34 ülke arasında ilk sırada yer alıyor.

Araştırmada, tecrübeli çalışanları ifade eden 48-65 yaş arasındaki kesimin yüzde 67'si ile araştırmaya yanıt verenlerin yüzde 65'i, eğitim sağlanmasını işveren ile çalışanların ortak sorumluluğu olarak görüyor.

TÜRKİYE-DÜNYA KARŞILAŞTIRMASI

Araştırmada ayrıca Türkiye'ye ilişkin sonuçların, Kuzey Amerika ve Asya Pasifik ile Avrupa kıtasından araştırmaya katılan 34 ülke sonuçlarının karşılaştırmasına da yer veriliyor.

Buna göre Türkiye, işverenin çalışanlara sağladığı eğitimi yetersiz bulanlar arasında yüzde 62 ile Rusya ve Ukrayna'dan sonra 3. sırada bulunuyor.

Türkiye, önümüzdeki 5 yıl içinde işte ilerleyebilmek için yeteneklerinin geliştirilmesi gerektiğine inananlar arasında ise yüzde 86 ile Rusya, Endonezya, Çin, Meksika, Ukrayna, Malezya, Hindistan, İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan'dan sonra 11. sırada yer


ERKEKLER NEDEN ERKEN ÖLÜYOR?

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu



Sorunun cevabı devekuşu sendromunda saklıdır. Aslında böyle bir sendrom mevcut bile değil ve deyim oldukça yeni.


Yeni ama Amerika'da gittikçe daha sık kullanılıyor. Sendromun bir adı daha var: John Wayne Sendromu. Onu son zamanların uydurma ama gerçeklik payı olan sendromlarından biri gibi de düşünebilirsiniz. Metroseksüel veya überseksüel erkeklerin bu sendroma yakalanma ihtimali daha yüksek. Sendrom neredeyse erkeklere özeldir. İşte devekuşu sendromunun öyküsü.

DEVE KUŞU SENDROMUNA YAKALANMAYIN

Erkeklerin daha yapılı ve güçlü olmalarına rağmen neden kadınlardan daha kısa yaşadıklarının cevabı bu sendromda gizlidir. Erkekler bütün milletlerde, tüm coğrafyalarda daha genç yaşta ölmekte, daha sık hastalanıp, daha zor iyileşmektedir. Bu durumu açıklamak için pek çok neden var ama sorun aslında biraz biyolojik biraz da erkek tipi davranışsal ve sosyal özelliklerle ilişkilidir.

Erkekler kas ve kemik açısından güçlü görünseler de, poligam, über veya hiper olduklarını iddia etseler de ne yazık ki ciddi bazı biyolojik kusurlara sahipler. Kadınların iki X kromozomu varken, erkeklerde sadece bir tane X kromozomu mevcut. Yaşamı kısaltıcı kalp hastalıklarına ve belki de bazı kanserlere yakalanmayı kolaylaştırıcı etkisi olduğu ileri sürülen testosteron hormonu erkeklerde kadınlardan (doğal olarak) çok daha yüksek. Ayrıca erkeklerin iyi kolesterol (HDL) seviyeleri kadınlara oranla bir hayli düşük. Erkekler karın çevresinden yağlanmaya, glikoz tolerans bozukluğu ve hipertansiyona yakalanmaya kadınlara oranla daha eğilimliler. Sözün kısası erkekler zaten yapısal olarak damar hastalıklarına yani kalp krizi ve felç gibi sorunlara daha açıklar. Yani birazcık imalat kusurları var!

ERKEK DOĞMAK DAHA RİSKLİ

Erkeklerin riskleri bununla da bitmiyor. İş stresleri daha yüksek, sosyal iletişimleri ise bir hayli bozuk. Arkadaş ve aileden destek alma konusunda oldukça beceriksizler. Duygularında samimi olduklarını, arkadaşlıklarını köklü tuttuklarını söylemek de zor. Kadınlara oranla daha kolay endişelenen, korkan ama daha zor sevinen, zor inanan ve hoşgören, az bağışlayan bir ruhsal organizasyonları var. Ayrıca kadınlardan daha agresifler. Şiddet ve hiddet skorları daha yüksek. Gereksiz riskleri kolayca alabiliyorlar. Sigara ve alkol kullanımı, araçlarda kemer bağlamamak, kondom kullanmamak gibi risk azaltıcı önlemleri pek önemsemiyorlar. Doktorlara hasta olunca bile pek gitmiyorlar. Düzenli tetkik yaptırma alışkanlıkları da kadınlara oranla bir hayli düşük.

DAHASI VAR

Erkeklerin sorunları bunlarla da bitmiyor. Erkekler gereksiz yere risk alma dışında kişisel bakımlarında da oldukça ciddi sorunlar yaşıyor. Bu sorun özellikle orta yaşlarda daha da belirginleşiyor. Kısacası, uzmanlar erkeklerin bu tavırlarını başını kuma gömmüş deve kuşlarına benzetiyor ve bu durumu deve kuşu sendromu diye adlandırıyor. Maço tavırları nedeniyle uslanmaz sigara tüketicisi John Wayne bu sendromun en önemli örneği. Belki de bu nedenle sendromun ikinci bir adı daha var : John Wayne Sendromu.

ERKEKLERE 10 EMİR

Dr. Harvey Simon erkeklere bu sendromdan korunmak için bir yol haritası hazırlamış ve 10 kuralı mutlaka uygulamalarını istemiş. Devekuşu sendromuna yakalanmak istemeyen bir erkekseniz bu öğütleri tutmanızda yarar var.

1. Tütün ürünlerinden uzak durun.
2. Alkol kullanmayın ya da iyice azaltın.
3. Düzenli egzersiz yapın.
4. Doğru beslenin.
5. Stresinizi iyi yönetin.
6. Vücut yağ oranınızı azaltın.
7. Emniyet kemeri takmayı unutmayın.
8. Radyasyon ve ultraviyole kaynaklarından, kimyasal ve çevresel zararlardan uzak durun.
9. Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunun.
10. Vücudunuzu dinlemeyi öğrenin. Herhangi bir işaret alırsanız, hemen doktorunuzla görüşün.

ANDROPOZ

Türk toplumu menopozlu kadınlara gösterdiği ilgiyi şimdiye kadar erkeklerden esirgemiştir! Kadınların menopoz dönemi sorunlarını araştıran, çözüm yolları arayan menopoz dernekleri var. Erkeklerin dernek kurmak bir tarafa bu konuda sesleri bile çıkmıyor.

Yaşlanma sürecinin doğal bir parçası olan andropoz aslında birçok erkeği hiç etkilemiyor. Çoğu erkek böyle bir dönemin farkında bile değil. Kas gücündeki azalmayı, karnındaki yağlanmayı, dikkatindeki dağılmayı, uyku sorunları veya kas-kemik ağrılarını başka sebeplere bağlıyor. Bazı erkekler de yaşadığı cinsel sorunları ya normal kabul edip boyun eğiyor ya da saklama telaşına giriyor. Bunun nedeni biraz da sürecin özelliği ile ilgili. Erkekler kadınlarda olduğu gibi tam bir hormonal kesilme yaşamıyor. Erkeklerde yavaş ilerleyen ve yaşlandıkça belirginleşen bir testosteron hormonu kaybı söz konusu. Bu yavaş ama ilerleyici kayıp çoğu kez bir sorun çıkmadan geçiştiriliyor. Erkeklerde de, kaybedilen testosteronun yerine konması mümkün. Bu durum "hormon yerine koyma tedavisi" olarak biliniyor. Hormon eksikliğini gidermede ağız veya cilt yoluyla kullanılan güvenli tablet ve kremler var.

Hormon yerine koyma tedavisi her erkek için gerekli mi sorusunu ürologlar "hayır" diye yanıtlıyor. Prostat kanseri şüphesi olanlarda, prostat büyümesi nedeniyle idrar boşaltmada ciddi sorunlar yaşayanlarda, psikiyatrik problemleri bulunanlarda, karaciğer yetmezliği gibi organ yetersizliği belirlenenlerde testosteron ile yerine koyma tedavisini zararlı buluyorlar. Uzmanlar testosteronu gerekli durumlarda mutlaka kullanıyor.

CİNSELLİK SONSUZA DEK MÜMKÜNDÜR

Bir kez daha hatırlatalım: Cinsellik sağlıklı yaşayan, doğru beslenen, düzenli aktivitesi olan, sigara ve alkol kullanmayan, stres yönetiminde başarılı erkeklerde 80'li yaşlarda bile sorun olmuyor. Bunlar andropoz sorunlarını neredeyse hiç yaşamıyor. Massachusetts Andropoz Araştırmaları'nda bazı fiziksel düşüşler nedeniyle cinsel tatminin yaşlılıkla birlikte azaldığı düşüncesinin yanlış olduğu anlaşılmıştır. İnsanlar yaşlandıkça daha az cinsel ilişkiye girdiklerinden bir algı yanılgısı ortaya çıkıyor. Bu araştırmanın sonuçlarına göre tam tersine, cinsel tatminin kalitesi yaşla birlikte bir miktar artıyor bile. Çünkü yaş cinsellik konusunda bilgi, deneyim ve tecrübe kazanılmasını sağlıyor.

Yaşının getirdiği değişiklikleri kabul eden, hayatı gerektiği gibi yaşayan, değerlendiren erkeklerde andropoz dönemi cinsel güçte ciddi bir azalmaya neden olmuyor. Erkeklik cinsellikle başlamadığı gibi cinsellikle de bitmiyor. Andropozu lütfen bir iktidar savaşı olarak görmeyin.

ANDROPOZ REÇETENİZ

- Kilo fazlalığı sorununuz varsa en kısa zamanda çözmeye çalışın.
- Bir egzersiz programı oluşturun. İşe her gün 30-35 dakikalık sıkı bir yürüyüşle başlayın.
- Protein tüketiminizi kontrol edin. Yeteri kadar protein almıyorsanız, eksiğinizi giderin. Özellikle kırmızı veya beyaz et gibi hayvansal proteinleri yeteri kadar tüketin. Kırmızı eti haftada 2 kez ve yağsız bölümlerinden tüketmenizde fayda var.
- Dinlenmeye, eğlenmeye zaman ayırın. Tatillerinizi iyi değerlendirin.
- Uyku sorunlarınız varsa, doktorunuzdan yardım isteyin.
- B6, B1 ve E vitaminleri ile çinko desteklerinden istifade edin.
- Yorgunsanız ginseng, ginkgo biloba ve argininden de yararlanabilirsiniz.
- Olumlu, keyifli, eğlenceli biri olmaya gayret edin. Kitap okuyun, sinemaya gidin, briç ve satranç gibi oyunlar oynayın.
- Kullandığınız ilaçları gözden geçirin. Cinsel yaşamı etkileyenleri varsa doktorunuzdan yardım isteyin.
- Testosteron seviyenizi kontrol ettirin.
- Bütün bunlar sorununuzu gidermiyorsa bir uzmandan (üroloji veya endokrinoloji) yardım istemekten çekinmeyin.

UNUTMAYIN

TESTOSTERON AZLIĞININ TEDAVİSİ MÜMKÜN

Testosteron düşüklüğünü "fizyolojik düzeyde kalması koşuluyla" yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak kabul etmek gerekiyor. Ama testosteron seviyesinde beklenenden hızlı bir düşme varsa, nedeni mutlaka araştırılmalıdır. Eğer testosteron eksikliği ile ilişkili ciddi yakınmalar da ortaya çıkmışsa, yaşla ilişkili olsa bile testosteron eksikliğinin tedavisi yapılmalıdır. Testosteron eksikliğinin mevcudiyetini gösteren belirtilerden rahatsızlık duyuyorsanız, problemlerinizi çözmede size yardımcı olabilecek bir uzmanla görüşmenizde yarar vardır. Bir üroloji uzmanı -özellikle androloji konusunda deneyimli olanlar- veya endokrinolog sorununuzu çözme ve yönetmede size daha çok yardımcı olacaktır. Uzman, deneyimli bir hekim ve bilinçli bir hastanın işbirliği testosteron eksikliğini ortadan kaldırır.

BİR BİLGİ

CİNSEL GÜÇ KAYBININ BAŞKA SEBEPLERİ DE VAR

Testosteron hormonunun erkeklerde önemli görevleri var. Cinsel fonksiyonların gelişmesi, korunması ve sürdürülmesi, cinselliğin uyarılmasında bu hormon ciddi bir rol üstlenir. Testosteron eksikliğinde cinsel ilişki isteğinin azalması, cinsel aktivitenin baskılanması bundandır. Testosteron seviyesindeki azalma beklenenden daha hızlı ve yoğun olduğunda erkek cinselliğinde ciddi fırtınalar yaşanır. Hemen belirtelim: Cinsel arzuyu ve gücü etkileyen sadece testosteron hormonu değildir. Ruhsal kökenli hastalıklar (depresyon, akut anksiyete…), yaşanan bazı sağlık sorunları, özellikle hormonal problemler (şeker hastalığı, tiroid bezi hastalıkları, hipofiz bezi hastalıkları), damarsal sorunlar ve metabolizma ile ilişkili problemler de cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyebilir. Bazı ilaçların (antidepresanlar, uyku ilaçları, betablokerler, idrar söktürücüler…) ve besin desteklerinin de (pasion flower) cinsel yaşamın tadını kaçırabileceği biliniyor.


Sırt ağrısına önem verin

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Faruk Şendur, sırt ağrılarının kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanmadan kaynaklanabildiğini, düzgün oturmanın ilke edinilmesi halinde ise ağrıların azalacağını bildirdi.

Prof. Dr. Şendur, sırt ağrılarının milyonlarca insanın ortak sorunu olduğunu, özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunlarının önemli bir probleme dönüştüğünü ifade etti.

Prof. Dr. Şendur, sırtın vücuda destek olması nedeniyle önemsenmesi, düzgün oturmanın ilke edinilmesi gerektiğini söyledi. Sırt ağrılarının tedavi edilmemesi durumunda “kronik” soruna dönüşebildiğini belirten Prof. Dr. Şendur, “Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz” dedi.

Prof. Dr. Şendur, oturma sırasında bacak bacak üstüne atmanın sakıncalı olduğunu, bu şekilde otururken hem bacaklardaki kan dolaşımının zorlaştığını, hem de sırtın olumsuz etkilendiğini ifade etti.

Ağırlık taşımanın da sırt ağrılarına neden olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Şendur, “Alışverişten dönerken yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz” diye konuştu.

Ömer Faruk Şendur, oturuş şekliyle ilgili alışkanlıkların küçük yaşlarda edinildiğini, çocukların sırt ya da yüzüstü ders çalışmalarının sırt ağrılarını tetikleyeceğini belirterek, “Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları, en çok sırtta görülür” dedi.

“YATARAK AĞRI GEÇMEZ”

Prof. Dr. Şendur, sırt ağrıları yüzünden yatak istirahati yapmanın da sorunu çözmeyeceğini vurguladı. Uzun süreli yatak istirahatinin sırta destek veren kasları zayıflatabildiğini bildiren Şendur, bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemenin yanlış olacağını savundu.
Prof. Dr. Şendur, şöyle devam etti:

“Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmesine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız. Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir. Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre, yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği şekilde olmalı.”


Yapılan bir TÜBİTAK araştırmasına göre kablosuz ADSL modem kullanıcıları büyük tehdit altında.

TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsünün (UEKAE) Türkiye'de kablosuz internet ağı kullanan 30 bin bilgisayar üzerinde yaptığı araştırmaya göre, kullanıcıların yüzde 5'i şifre kullanmıyor, bilgisayarların yarısında ADSL modemlerin yönetim ara yüzüne dışarıdan ulaşılabiliyor.

Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü Bilişim Sistemleri Güvenliği Grubu uzman araştırmacısı Ünal Tatar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, güvenlik önlemlerinin alınmadığı, internete bağlı bir bilgisayarın hackerlar tarafından saldırı riski altında bulunduğunu ifade etti.

Saldırganların kontrolü altındaki bilgisayarın “zombi bilgisayar” olarak tanımlandığını ve bu bilgisayara yüklenmiş zararlı programlar bulunduğunu anlatan Tatar, yüklemenin de internet sitelerinden, e-posta ile gelen bir eklentinin açılması ile olabileceğini belirtti.

Tatar, “zombi” haline gelmiş bir bilgisayarın kullanıcısının interneti kullanmaya devam ettiğini, ancak aynı bilgisayarın bu esnada saldırganın isteği doğrultusunda dünyanın bir ucundaki bir bilgisayara yapılan saldırıda kullanılıyor olabileceğini kaydetti.

“ZOMBİ BİLGİSAYAR” SIRALAMASINDA TÜRKİYE İLK SIRADA

Ünal Tatar, pek çok zombi bilgisayarın bir araya gelerek “botnet” oluşturabileceğini, botnetteki bilgisayarların bir saldırganın emri altında çalışan bir orduya benzetilebileceğini ve saldırgan tarafından merkezi olarak yönetildiğini belirtti.

Türkiye'deki botnetlerin, başka ülkelere yapılan saldırılarda kullanıldığını belirten Tatar, “Bunu, Türkiye Bilgisayar Olayları Müdahale Ekibi'ne gelen şikayetlerden biliyoruz. İnternet kullanımının yaygınlaşması ve ADSL teknolojisine bağlı olarak internet kullanım hızının artması ne yazık ki kullanıcı bilincini aynı oranda artırmıyor” dedi.

Tatar, güvenlik firmalarının hazırladığı raporlarda Türkiye'nin “zombi bilgisayar” sayısı açısından Avrupa ve Asya'da ilk sıralarda yer aldığını da bildirdi. Kablosuz modeminizi yabancılardan korumak için yapmanız gerekenleri öğrenmek için tıklayın.

-“ZOMBİ BİLGİSAYAR” NASIL TESPİT EDİLİR?

Bilgisayar kullanıcısının bilgisayarının “zombi” olduğunun tespit edebileceğini belirten Tatar, bilgisayarda sürekli anormal bir yavaşlığın yaşanmasının, antivirüs programının güncellenememesinin, işletim sistemi yamalarının kurulamamasının, bilgisayar güvenliği ile ilgili web sayfalarına bağlanılamaması gibi belirtilerin bilgisayarın “zombi” olduğundan şüphelenmek için yeterli olduğunu söyledi.
Tatar, ayrıca bilgisayar ve internet teknolojisi konusunda bilgili bir kullanıcının değişik teknik araçlar ve yazılımlar kullanarak, kendi kontrolü dışındaki bilgisayarının uzak bilgisayarlara bağlantı açtığını görebileceğine ve bilgisayarında tanımadığı programların ve dosyaların bulunduğunun farkına varabileceğine işaret etti.

BİLGİSAYAR GÜVENLİĞİ NASIL SAĞLANIR?

Bilgisayarlarda alınacak temel güvenlik önlemleri ile bilgisayarın saldırganlarına karşı büyük ölçüde koruma sağlanabileceğini ifade eden Tatar, “En temel güvenlik önlemlerine örnek olarak güncel antivirüs yazılımı kullanımını, kişisel güvenlik duvarı kullanımını, işletim sistemi yamalarının zamanında yapılmasını ve güçlü bilgisayar şifresi kullanımını verebiliriz. Kısaca, önlemlerin yüzde 20'sini aldığımızda, tehditlerin yüzde 80'inden korunmuş oluruz” diye konuştu.
Belli bir alana yayın yapan kablosuz ağ sistemleri üzerinden internet kullanımının, son yollarda giderek yaygınlaştığını vurgulayan Tatar, kablosuz ağa bağlı bilgisayarlara ulaşmanın da mümkün olduğunu söyledi.
Kablosuz ağ hizmetinin sağlandığı ADSL modem üzerindeki güvenlikle ilgili konfigürasyonun dikkatli yapılmadığında kablosuz ağa hakkı olmayan kullanıcıların da bağlanıp hizmet alabildiğini bildiren Tatar, ADSL modem üzerinden kablolu ile kablosuz olarak kaç kullanıcı bağlı olursa olsun, karşı taraftaki internet servis sağlayıcı kuruluşun karşısında tek bir IP adresi göreceğini, bu IP adresinin de yasal olarak telefon hattının sahibine ait olacağını kaydetti.
Tatar, bu durumun kablosuz ağ üzerinden bağlantıyı başkaları yapmış olsa da sanki kişinin bilgisayarından yapılmış gibi görüleceğini belirterek, bu durumda yapılan faaliyetlerden kişinin sorumlu olacağı bir durumun ortaya çıkabileceği uyarısını yaptı.

TÜRKİYE'DEKİ ADSL MODEM KULLANICILARI

Ünal Tatar, TÜBİTAK UEKAE çalışanlarının Türkiye'de ADSL modem konfigürasyonlarının ne derece güvenli olarak yapılandırıldığını ölçmek için bir çalışma yaptıklarını bildirdi.

Çalışmada 30 bin kullanıcının bilgisayarını uzaktan taradıklarını ve şifre kullanıp kullanmadıklarını araştırdıklarını belirten Tatar, şöyle konuştu:

“Tarama sonucunda modemlerin yönetimi için kullanılan web ara yüzüne erişim şifresi olarak boş şifre veya modem üreticisinin ön tanımlı olarak verdiği şifre kullanımının yaklaşık yüzde 5 oranında olduğunu tespit ettik.

Yine bu tarama ile ADSL modemlerin yönetim ara yüzüne 80. port ile dışarıdan ulaşımın yaklaşık bu bilgisayarların yarısında açık olduğunu tespit ettik. Milyonlarca ADSL abonesi olduğunu düşündüğümüzde tehlikenin boyutları ortaya çıkıyor.”

Tatar, bu durumun hukuki boyutlarına değinirken, Türk Ceza Kanunu'nda “Bir bilişim sisteminin bütününe veya bir kısmına, hukuka aykırı olarak giren ve orada kalmaya devam eden kimseye bir yıla kadar hapis veya adli para cezası verilir” hükmünü anımsattı.

Konuyla ilgili Adalet Bakanlığında katıldıkları bir toplantıda yetkililerin “kablosuz ağlara hakkı olmayan kullanıcıların bağlantı yapmasının da bu kapsamda değerlendirilebileceğini ama ağın sahibi bağlantı yapılması için şifre kullanmıyorsa o zaman saldırganın ceza almayabileceğini veya cezasının düşebileceğini” belirttiklerini aktaran Tatar, “Başkalarının kablosuz ağımız üzerinden bağlanmaması, bizim bağlantılarımızı izlememesi ve bizi farklı sitelere yönlendirmemesi için ADSL modemin yönetici ara yüzünde ve kablosuz ağa bağlantı için güçlü bir şifre kullanılmalı” uyarısında bulundu.

TOPLU KULLANIMLARDAKİ TEHLİKE

Alışveriş merkezleri, internet kafeler, oteller gibi toplu kullanım ortamlarındaki internet kullanımına değinen Tatar, bu mekanlarda kişiye ait bilgisayarın kullanılması durumunda anti virüs programı gibi temel güvenlik önlemleri alındığı takdirde buradan güvenle İnternete erişilebileceğini belirtti.

Tatar, kişisel bilgisayarların kullanılmadığı durumlarda ise bilgisayar donanımının kişiye ait olmadığından güvenlik açıklarının doğabileceğine vurgulayarak, “Eğer internete girdiğimiz bilgisayar bize ait değilse, bu bilgisayara güvenemeyiz. Bilgisayara daha önce kurulmuş olan keylogger denilen programlar ile klavyeden yazdığımız her türlü verinin ele geçirilmesi mümkün olabilir” dedi.

TÜBİTAK UEKAE bünyesinde Bilgisayar Olayları Müdahale Ekibi'nin (TR-BOME'nin) kurulduğunu anımsatan Tatar, ekibin amacının Türkiye'de meydana gelen güvenlik olaylarının azaltılması olduğunu kaydetti.

Ekibin güvenlik duyuruları yayınlanmaktan eğitim verilmesine kadar değişik hizmetler sunduğunu anlatan Tatar, ekibin bir amacının da kişisel kullanıcıların bilgisayarlarını güvenli bir şekilde yapılandırmalarını sağlamak olduğunu dile getirdi. Bu amaçla kılavuzlar hazırladıklarını bildiren Tatar, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kılavuzların büyük çoğunluğu orta ve büyük ölçekteki bilgi sistemlerinin yöneticilerine hitap ediyor ama ev bilgisayar kullanıcılarına yönelik olarak hazırladığımız Küçük Ofis veya Ev Kullanıcısı Güvenlik Kılavuzu da mevcut. Küçük Ofis veya Ev Kullanıcısı Güvenlik Kılavuzu'nda ADSL modem yapılandırma ayarlarından bilgisayarların güncelleştirilmesi ve antivirüs yazılımı kullanmaya kadar birçok temel konu detaylı bir şekilde anlatılıyor. Bu kılavuzdaki adımları uygulayan bir kullanıcı İnternet ortamındaki birçok tehlikeden korunmuş olacaktır. Bu kılavuzların tamamına Ulusal Bilgi Güvenliği Kapısı olan www.bilgiguvenligi.gov.tr sitesindeki kılavuzlar bölümünden ulaşılabiliyor.”